Üç Silahşörler – 3. cilt – Ayrılış

Üçüncü ve ilk romanın son cildine ulaşmış olduk. Bu cilt hem en sevdiğim, hem en sıkıldığım, hem de en hüzünlendiğim bölümlerin olduğu bir cilttir.

Üçüncü kitaba ulaştığımızda D’Artagnan’ı La Rochelle’de silahşör arkadaşlarını beklerken kendi birliğinden birkaç kişi ile bir yemek organize etmiş halde buluruz. Sofranın servisini D’Artagnan’ın uşağı Plachet, misafirlerden birinin uşağı ve D’Artagnan’ın kurtarıp affettiği yaralı suikastçisi Brisemont yapmaktadır.

Sofraya D’Artagnan’ın silahşör arkadaşlarının gönderip, bir gün önce ulaşmış bir kasa meşhur Anjio şarabı da konulur. Ancak tam hediyeyi gönderen arkadaşların şerefine kadehler kaldırılırken borazanlar çalar. Kral ve haliyle silahşörleri garnizona girmişlerdir.

Bu D’Artagnan için güzel bir sürprizdir. Ancak arkadaşlarına şaraplar için teşekkür ederken, önce bir şaşkınlık yaşanır. Hangi şaraplardan bahsedilmektedir? Sonrasında ise birden Brisemont’ un kıvranarak yere düşmesi ile herkes dona kalır. Şarap zehirlidir. Aslında Milady’nin intikam için düzenlediği başka bir saldırıdır. Arkadaşlarından geldi gibi gösterip zehirli şarap göndermiştir. Acımasızlığı ise hedefin dışında başka kimlerin kaza kurşunlarına denk gelebileceğini düşünmeden göndermesidir.

Bu noktadan sonra artık D’Artagnan’da arkadaşları da Milady’nin nasıl bir kadın olduğunu tam idrak ederler.

La Rochelle Burçları

Romanın devam eden bölümünde biraz gerekli veya gereksiz görülebilecek kuşatma ile ilgili bilgiler mevcuttur. Ama olaylar, bir han ziyaretinden döndükleri gece yolda Kardinal Richelieu’e rastlayan üç silahşörün Kardinal’in kendisine refakat etmelerini istemesi ile farklı bir dönemece girer.

Kardinal ile buluştuğu gizemli kadının görüşmesine şans eseri kulak misafiri olduklarında öğrendikleri onları şok eder. Kardinal’in o gece buluştuğu kadın Milady’nin ta kendisidir. Kardinal uzayan kuşatmayı kısaltmanın en kesin yolunun La Rochelle’lilere destek veren Buckingham Dükü’nün destek kuvvetle gelmesinin önlenmesi olduğunu düşünmektedir. Milady’e gerekli organizasyonu yapma görevi verir. Milady ise karşılığında D’Artagnan’ın kellesini ister. Hatta bunun için süreç boyunca yapacağı herhangi bir faaliyette Kardinal tarafından özel izinli olduğuna dair Kardinal imzalı resmi bir belge alır.

Konuşmaları dinleyen arkadaşların nasıl heyecanlandıklarını tahmin edersiniz. Ama Athos bir numara çevirip, Kardinal odayı terk eder etmez gizlice Milady’nin yanına gelir. Amacı hem Milady’nin kendi karısı olup olmadığını teyit etmek hem de onunla yüzleşmektir. Bu yüzleşme her ikisi için de epey sarsıcı olur.

Karşısında birden kendi elleriyle onu asan adamı gören, onun düşmanı D’Artagnan’ın en yakın arkadaşlarından biri olduğunu öğrenen Milady’nin hisleri fırtınalı bir deniz gibidir. Üstelik bu adam, bir zamanlar kocası olan adam, intikamını alacağı aracı, Kardinal’in izin belgesini de elinden almış, Athos’un tabiri ile yılanın zehirli dişlerini sökmüştür.

Kardinal’in planlarını öğrenmiş olan üçlü bunları D’Artagnan ile paylaşmak istemekte ama devlet sırrı olduğu için uluorta da tartışamayacakları kesindir. Bunun için fırsat D’Artagnan’ın o gece kendi birliği ile bir taarruz sonucu elde etmiş oldukları Saint-Gervais burcu havadisi ile gerçekleşir.  Athos’un zihni tıkır tıkır işlerken bir bahane bulur. Düşmanın tekrar ele geçirmek için asker göndereceğinin kesin olduğu burçta arkadaşları ile piknik yapıp, 1 saat geçireceklerine dair birkaç subayla iddiaya girerler.

Burçta Piknik

Artık yalnız başlarına konuşmak için bahaneleri hazırdır. Benim de kitap serisinin içinde en sevdiğim bölümlerden birine giriş yapmış oluruz. Bu burçta arkadaşların hem cesaret içerisinde düşman ile yüzleşmelerini, hem akıl ile Kardinal’in planlarını alt etmelerinin çalışmasını, hem de keyifle yemek yiyip hayatın anlık bir mutluluğunu yaşamalarını görürüz. Arkadaşlar arasında espriler, şakalaşmalar, zavallı uşak Grimaud’un pikniğe zorla dahil edilmesi, düşmanla yapılan akıl oyunları bir yana, bazı sırların paylaşıldığı, hani zor koşullar altında ve ortak düşmanlar karşısında insanlar birbirine ruhen yaklaşır ya işte öyle bir bağ kurma günüdür dört arkadaş için. Yıllar sonra bile unutamayacakları dostluk iplikleri atılır birbirleri arasında.

Oldukça olaylı geçen burç seferi sonucunda epey yüksek sayıda düşmanla sadece 4 şövalye ve 1 uşak ile çarpışan ekibimizin bu gösterisi öylesine cesur bir harekettir ki kısa zamanda tüm garnizonda kulaktan kulağa duyulur. En sonunda 1 saat yerine 1,5 saate yakın kalıp, üstüne düşmanda epey bir can kaybı ortaya çıkartıp, ellerinde burca diktikleri kurşun delikli bir peçete bayrağı ile geri dönerler.

Saint Gervais Burcu

Bu olay sonucunda Kardinal gözüne kestirdiği bu cesur adamları kendi yanına çekmek için bir jest yapar ve peçeteye zambak baskısı yaptırtıp, birliğe bayrak yapar. Bir de birbirlerinden kopamayan bu arkadaşların artık daha da ayrılmaması için D’Artagnan’ın silahşörler arasına kabulünü gerçekleştirir.

D’Artagnan ve arkadaşları burçtaki ‘piknikleri’ sırasında iki tane mektup yazarlar. Biri Milady yani Lady Winter’ın kayınbiraderine, diğeri ise Aramis’in akrabası olan bir çamaşır kahyasına (ki aslında Aramis’in sevgilisi olan Madam Chevrouse ‘dur ama Aramis açık etmek istemediği için arkadaşları yalanına inanmış gibi yaparlar). Bu mektupları uşaklar ile gönderirler.

Mektupların gidiş geliş macerası uzun uzun aksiyon olarak anlatılmaz ama bekleyenlerin heyecanının anlatımı gönderilenlerin karşılaşabileceği tehlikeleri özetlemektedir. En sonunda iki uşak da garnizano geri ulaşıp cevapları ilettikten sonra 4 arkadaş rahat bir uykuya yatabilirler.

Dört arkadaşı bir yana bırakıp, kitabımızın Femme Fetale’sine dönecek olursak, İngiltere yolunda olan Milady önceden uyarılmış olan kayınbiraderinin kumpası ile tutsak düşer ve 3. Cilt ve genel olarak romanın en sıkıcı bölümlerine geliriz. Milady’nin tutsaklığını anlatan 6 bölüm ilk okuduğum zamanlar en sevmediğim ve bitmek bilmez bölümlerdi. Genel itibari ile Milady ‘nin yakalanıp, kuleye kapatılıp, Fransa’nın sömürgelerinden birine gönderilmesini beklerken, kayınbiraderinin başına gardiyan diye bıraktığı adamın Milady tarafından dini bir fanatik olarak baştan çıkartılması ve Buckingham Düküne suikast yapması için yollanmasını anlatır. Gerçekte de Fenton adındaki bir subay tarafında hançerlenen Buckingham Dükü sonuçta ölerek Fransa’nın ekmeğine yağ sürmüştür. Dumas bunu romanının bir dönemeci olarak kullanmıştır.

Bu arada bizim 4 arkadaş Kardinal’in ve Milady’nin şeytani planlarını ellerinden geldiğince önlemek amaçlı çalışmaları tamamlayıp rahatladıktan sonra D’Artagnan’ın sevdiceğinin akıbetini sorgulamaya sıra bulmuşlardır. Bu konuda yine Aramis devreye girer ve kraliçenin sırdaşı olan sürgün sevgilisinden yardım ister. Ondan da bir mektup ile kraliçenin Madam Bonacioux’ u Kardinal’in hapsettiği yerden kurtardığı ve güvenli bir yere kimliği gizlenecek şekilde gönderdiği bilgisini alır.

Milady tutsaklıktan Fransa’ya kaçar ve Kardinel’ e başarısını haber verebilmek için daha önce anlaştıkları gibi Bethune manastırına saklanır. Kardinal’den gelecek haberciyi beklerken karşısına hiç beklemediği birisi çıkacaktır. Ketty ismi ile manastıra sığınmış bir kadın olduğunu öğrenince, hemen aklına kendisine ihanet edip kaçan oda hizmetçisi gelir. Hazır fırsatını bulmuşken ondan da intikamını almak için kendisini görmek ister, gel gelelim karşına çıkan kadın Ketty değildir. Bu Mösyö Bonacioux ve Kont Rochefort ile beraber Milady’nin de kaçırılma operasyonunda fikren dahil olduğu Madam Bonacioux’dur.

Aramis’in sevgilisinden Madam Bonacioux’un Bethune Manastırına saklanmış olduğu bilgisini alan dörtlü Treville’den izin alarak hızlıca yola düşerler. Ama Milady de boş durmuyordur. Kendisini ziyarete gelen Rochefort ile kadını tekrar kaçırma planları yapar.

Rochefort emirlerini ve havadisleri alıp Kardinal’e götürmek için ayrılır. Ama arabasını Milady’e bırakır.

Bizim saf Madam Bonacioux’da Milady tarafından kendisinin de Kardinal’in kurbanlarından biri olduğu yalanına inandırılmış, Rochefort’u kardeşi diye yutturulmuş ve beraber manastır ve Kardinal’den kaçalım planına dahil olmuştur bile.

Tam beraber kaçacaklarken bizim dört silahşör çıkagelir. Milady planının tutmayacağını anlayınca, kadehe döktüğü yüzüğünde sakladığı zehir ile Madam Bonacioux’u zehirler ve kaçar.

D’Artagnan, sevgili D’Artagnan, aylarca sevdiceğine kavuşmanın ve vuslata ermenin hayallerini kuran D’Artagnan sevgilisine kollarında can çekişerek ölmesi için kavuşur. Ölmeden önce Milady’nin bundan sorumlu olduğunu da öğrenirler.

Onlar cesedin başındayken sahneye bir yabancı daha girer. Lord Winter. Milady’i yakalamak üzere İngiltere’den gelmiş ama yetişememiştir.

Bu kadar acıların sonunda Athos olayı ellerine alır. Milady’nin kocası olduğunu açıklar ve yakalama operasyonunun başına geçer. Bu arada gizlice gidip yakındaki bir kasabadan bir adam daha katacaktır gruba.

Milady’i yakalama çalışmalarını uzun uzun anlatmama gerek yok. Sonuçta yakalanır ve karşısındaki her bir yargıcı ona suçlarını sayar.

D’Artagnan kendisine yapılan suikast girişimlerin, arada yanlışlıkla zehirlenen zavallı adamı, Madam Bonacioux’un öldürülmesini, Kont Wardes’i öldürsün diye kendisini tahrik etmesini,

Lord Winter Buckingham Dükü’nün öldürülmesinin azmettiriciliğini, kendi kardeşinin yani Milady’nin kocasının birden bire üç saatte ortaya çıkan bir hastalıktan ölmesini ve Milady’nin kendi canına kıyma için yaptığı kumpasları,

Athos ise masum bir genç kız diye evlendiği kadının, omzunda bir hırsız damgası olmasını sunar kendi aralarında kurdukları mahkemeye.

Gelin görün ki Milady buna itiraz eder. Bu damgalamanın kendi mağduriyeti olduğunu söyler.

İşte bu noktada devreye Athos’un bulup getirdiği adam girer. Milady adamı görür görmez “Lille celladı! Lille celladı!” diye çığlıklar atıp duvara siner. (Bu lille celladı tiradı nedense oldum olası komiğime gitmiştir. Yani hiç de komik bir sahne değildir aslında. Trajik bir andır. Ama işte belki de kelimelerin ritminden dolayı, yıllar geçse de Fransa’nın kuzeyi deyince aklıma ilk gelen dizinlerden biridir… Lille celladı! Lille celladı! Olur.)

Adam Lille şehrinin celladıdır. Bu tip damgalamaları veya idamları gerçekleştiren, meşru işi bu olan bir adamdır.

O da Milady’nin hikayesini bilmediğimiz kısmını anlatır.

Milady genç bir kızken, manastırda bir rahibe iken, manastırın genç papazını baştan çıkartmış, papazla kilisenin kutsal vazolarını çalıp, beraber kaçmışlar. Ama ikiside yakalanmış. Milady zindancının oğlunu baştan çıkartarak, hapisten kaçmış. Geride kalan genç papaz ise hırsız olarak damgalanmış ve 10 sene pranga mahkumluğu cezası almış. Hikayeyi anlatan cellat papazı bizzat damgalayan adammış ve papaz ise kendi öz kardeşiymiş. Milady’nin de cezalandırılmasını istediği için onun peşine kendi düşmüş, onu bulmuş, bağlayıp dağlamış. Cellat şehre geri dönerken, kardeşi de hapisten kaçıp Milady’i bulmuş. Beraber Kont de la Fere’nin yani Athos’un topraklarını olduğu bölgeye gelip, abi kardeş gibi yerleşmişler.

Burada Athos Milady’i papaz’ın güzel kardeşi olarak tanımış ve aşık olup evlenmiş. Kendisinin bölgenin kont’u için terk edildiğini anlayınca papaz şehre geri dönmüş. Kaçtığı için hapse atılan celladı serbest bıraktırmış ve hapse geri atıldığı gece de kendini asmış.

Yani şeytan kadın, hem genç papazı hayatından etmiş, hem Athos’u mahvetmiş, Celladın biricik kardeşinin ölümüne sebep olmuş, Dartagnan’ı öldürmeye çalışmış, onu öldüremeyince sevgilisini öldürmüş, ikinci kocasını zehirlemiş, kayınbiraderini öldürmeye çalışmış, Buckingham’ı öldürtmüş ve başka bilinmedik neler neler yapmış.

Şimdi bu yargılama süresince bize anlatılan bir Milady hikayesi var. Herhalde bu romanların yazıldığı dönem için yaratılmış en fettan kadın karakteri olabilir. Dumas bize Milady’i ve Milady’nin geçmiş hikayesini anlatırken diğer karakterlerin ağzından olayları dinlettirmiştir. Milady kötüdür. O kesin. Fakat… büyük bir fakat geliyor. Biz aslında Milady’nin hikayesini kendinden dürüstlükle hiç dinleyemeyiz. Hep onun tarafından ‘kandırılmış’ ‘kullanılmış’’manipule edilmiş’ erkeklerin sızlanışlarını dinleriz. Peki bu erkekler ne kadar haklıdır?

Milady’nin ilk genç kızlık dönemine gidelim. Hangi bilinmez sebep ile (belki fakirlikten, belki fazla güzel olduğu veya dikkat çektiği için ıslah olması için, belki o dönemde kendi isteği ile) manastıra kapanmış veya belki de zorla kapatılmış olan bir genç kız. Genç papazı baştan çıkartmış. Şimdi baştan çıkartılma tek taraflı bir işlem midir? Papaz efendi ve cellat abisi beni baştan çıkarttı diye anlatır da, yani büyük şeytanlıklar kadından gelir deyip, suçu kendinde aramamak da nedir?

Hırsızlığı beraber yapmışlar. Bu tamam. Sonrasında yine zindancının oğlunu ‘baştan çıkartmış’ ve kaçmış.

İkinci kitapta Athos’un sırlarını ilk öğrendiğimizde bazı notlar almıştım. Burada Milady açısından baktığımda zaten kendince feleğin sillesini yemiş bir kadın olarak, belki de gerçekten aşık olduğu bir adamın ona başından neler geçtiğini sormadan, kendisini direkt öldürmeye çalışmış olması kalbini yaralamamış mıdır? İçinde birazcık bile insanlık varsa onu da kurutup bitirmemiş midir? Böyle bir olay olduktan sonra sevgi pıtırcığına dönüşmesini bekleyemeyiz.

Sonrasında nasıl olup da tanıştığını bilmesek de bir İngiliz Lordu ile evlenmiş. Onunla olan evlilik hayatı nasıldı, hiç bilmiyoruz. Onu neden zehirleyip öldürdüğünü de. Belki kocası ona kötü davranıyordu (sözel veya fiziksel) veya Milady artık erkekler tarafından ne yapması, nasıl davranması gerektiğinin söylenmesini kabul edecek bir kadın değildi.

Ama kayınbiraderini sadece para için öldürmeye çalışması safi kötülüktür. Buna bir kılıf bulamayacağım.

D’Artagnan’ın Milady’i kandırıp, hatta iki kere kandırıp, yatağına girmesi tam bir şerefsizliktir. Burada D’Artagnan’ı öldürmeye kalkacağına, onu hadım etse daha makbule geçebilirmiş, ama Milady biraz uç noktalarda intikam almakta, bunun sebebi de erkeklerden yediği kazıklardan bıkmış olması diye düşünüyorum.

Ama Madam Bonacioux’u zehirlemesi de tam bir yılanlıktır. Buna da bir kılıf bulamayacağım.

Netice itibari ile Milady aslında oldukça ilginç bir karakterdir. Dumas ona biraz daha fazla geçmiş yaratmış olsa, ya da şöyle diyeyim, ondan sadece saf bir kötülük timsali yaratmaya çalışmamış olsa, belki de edebiyat tarihinin en kudretli kadın kötü karakteri olabilecekmiş. Ama maalesef Dumas erkek egemen toplum gözü ile kadını sadece kötü bir insan olarak anlattırmış. Yaptıklarının mantıklı sebepleri olma olasılığını hiç düşündürmeye çalışmamış. Ruhunda saf bir kötülük, şeytanlık var olarak çizmiş portresini.

Yıllar evvel kitapları ilk okurken, bunu hiç düşünmemiştim. Milady kötüydü işte. O kadar. Ama yıllar geçtikten sonra, 1600’lü yıllarda Avrupa’da kadınların gördüğü muameleleri anlatan belgeselleri izleyip, bilgiler öğrendikçe, bağımsız bir kadın olarak, erkeklerin hem kaba güçle hem de din kisvesi altında baskılarına maruz kalan güzel bir kadın olmanın hiç de kolay bir lokma olmayacağını kabulleniyorum. Onu bu kadar kötü yapan neydi? Bilinmez. Ama elbette yaptığı gerçek kötülükleri de mazur göstermez. Yine de dürüst olayım. Milady ile ilgili düşüncelerim başka bir kitabı okuduktan sonra şekil değiştirmeye başladı. Sırası gelince ondan da bahsedeceğim.

Milady’nin yargılanmasıydaydık ve daha fazla uzatmadan, Milady’nin kellesinin kesildiğini söyleyerek kısa keseyim.

4 arkadaş dönüş yolundayken Rochefort onları bulur ve D’Artagnan’ın tutuklanma emrini verir. Richelieu tarafından tutuklanması emredilen D’Artagnan Kardinal ile yüzleşir ve ona Milady’nin akıbetini anlatıp, Richelieu’nin kendi elleri ile imzaladığı yetki belgesini verir.

Kardinal kısa sürede hızlıca ve derin derin düşünür. D’Artagnan’ın verdiği belgeyi yırtar, ve ona başka bir belge yazar.

Silahşörler arasında Teğmenliğe yükselme belgesidir bu. Ama isim kısmı boştur. Kimi isterlerse yazabilir D’artagnan.

O da ilk gidip Athos’a sunar belgeyi. En sevdiği, saydığı dostuna. Ama Athos’un cevabı ilginçtir. (çok da hoşuma gider bir yandan). Bu Athos için çok fazla, Kont Fere için ise pek azdır.

Sonra Porthos’a gider. Onu farklı kıyafetler içinde bulur. Vekilharç ölmüştür ve zengin dul eşi onun seferden dönüşünü beklemektedir. Sefer dönüşü görevden ayrılacaktır. O yüzden teğmenlik istemez.

En son Aramis’e gider. Onu bambaşka bir ruh halinde bulur. Son olaylar ruhunu sarsmıştır ve bu sefer kesinlikle rahipliğe dönecektir.

Athos’un yanına döner ve Athos belgenin üzerine D’Artagnan’ın adını yazar.

‘Demek hiç dostum olmayacak artık, dedi delikanlı; ne yazık! Acı anılardan başka bir şeyim yok.’
Başını iki elinin arasına alırken, yanaklarından aşağı birer damla gözyaşı süzüldü.
‘Daha çok gençsiniz, dedi Athos; acı anılarınız rahatça tatlı anılar haline dönüşebilecek zamanı bulacaktır.

Ayrılış

Son söz:

Kitabın son bölümünde 28 ekim 1628 de son bulan La Rochelle kuşatmasından sonra olanlar anlatılır.

Dartagnan’ın teğmen olması, Porthos’un hizmetten ayrılıp, bir sene sonra evlenmesi, Aramis’in bir seyahatten sonra birden ortadan kaybolup, hiçbir arkadaşına mektup dahi yazmaması ama eski sevgilisinin yeni aşıkları tarafından anlatılan söylentilerde bir manastıra girdiğini öğreniriz.

Athos, 3 sene daha D’Artagnan’ın komutasında kaldıktan sonra kendisine kalan bir mirası öne sürerek görevden ayrılması, 4 arkadaş arasındaki son bağın da uzaklaşması demek olduğunu anlarız.

Dartagnan’a gelirsek, Rochefort ile romanın başından beri yapmak istediği düelloyu yapabilmiştir artık. Hem de 3 defa. 3 defa da yaraladıktan sonra artık dost olmaya karar vermişlerdir.

Uşakların akıbetlerini de öğrendikten sonra geriye akıbetini bilmediğimiz tek bir kişi kalmıştır. Madam Bonacioux’un hain kocası. Bir gün evinden çıkmış ama bir daha dönmemiştir. Onun da Kardinal’in lütuflarına erdiği dedikoduları kulağa gelmiştir.

Perdemiz burada kapanır.


Bu 3 cildi okuduktan sonra elimde devamı Yirmi Yıl Sonra olmasına ve en azından maceraların 20 sene sonrasında devam edeceğini anlamış olmama rağmen, kitabın bu sonu beni çok üzmüştür. Özellikle de bunu 15-16 yaşlarında, ergenlik dönemimde okuduğumu düşünürsek… O yaşlarda hala tanışıklıkların ve arkadaşlıkların bir ömür süreceği inançları taşırdık. Ama yine de ergenliğe girmenin, farklı ilgi alanlarının ortaya çıkmasının ve başka sebeplerin sonucunda o yaşlarda dahi herkesle kolay arkadaş olunamadığını, veya çok yakın bildiğiniz arkadaşlarınızın farklı insanlarla takılmaya başlaması gibi süreçler yaşamış ve buna epey üzülmüştüm.

Tabi ki hayat ilerledikçe, kendim de dahil, bazı insanlardan uzaklaşmanın ne kadar doğal bir süreç olduğunu öğrendim. İnsanlar değişir. Fikirleri, davranışları, ihtiyaçları. Yine de 15 yaşlarında 20 sene (35 – 40 yaş!) o kadar uzak ve o kadar uzun bir süre geliyordu ki, nasıl 4 arkadaş bu kadar yakın dostlar iken bu kadar sene ayrı kalabilmişler diye gözümde büyümüştü. Hele Yirmi yıl sonrayı okumaya başladığımdaki hikayenin ilk evreleri.. Ama bu başka bir yazının konusu.

Güzel bir maceradır Üç Silahşörler. 68 bölümlük bir macera.

*O yıllarda yazdığım günlüğümü buldum. 94 ‘de günlük tutmaya başlamıştım ve ilk defa 93 yazında okumuşum ilk cildi. Şimdi tekrar okumamı 20 yıl değil de 30 yıl sonra yapmış oluyorum.

 İnsan kendi yazdıklarını, hele ki şapşal bir ergenken yazdıklarını okumakta zorlanıyor doğrusu. Ama sayfalar dolusu, özellikle Athos’a duyduğum hayranlık cümlelerini okurken yüzümde tuhaf bir gülümseme belirtmedi değil.

Athos.. Roman serisini ilk okuduğumda en çok sevdiğim, hatta aşık olduğum silahşör. Herhalde aralarında en asil, en bilgece konuşan, serinkanlı karakter olarak görmüşüm. Belki o dönemde filmde kendisini Kiefer Sutherland canlandırdığı için de ayrıca sevmiş olabilirim. Şimdi okuduğumda karakterin hata ve eksiklerini daha iyi görüyorum. Sevdim dediği kadını yargısız infaz edip, bu münferit olay yüzünden isminden, ünvanından kaçmış, silahşörlük hayatına ve içkiye gömülmüş bir yaralı kuş. Sonra da arkadaşlarını organize edip, aynı kadının kellesini kestiriyor. Ne kadar sert bir kalp. Fakat o zamanların hatırına fazla da kötüleyemeyeceğim kendisini. Milady ile olayı dışında, şövalye ruhunu her olayda ortaya koyan da bir karizma sahibi.

Köylü kurnazı geçinen D’Artagnan’ın korkusuz dürüstlüğü ile farklı bir sempatik geldiğini de söylemeliyim.

Yirmi yıl sonra ile devam… Bakalım yıllar arkadaşları nerelere götürmüş..

Üç Silahşör diğer yazıları için;

Üç silahşörlere giriş

Üç silahşörler birinci cilt

Üç silahşörler ikinci cilt

© Site içerisinde yazıların tüm hakkı saklıdır.


Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s