
Üç silahşörlerin bendeki baskısının ikinci cildine geldik. Burada yazıma başlamadan önce şuna bir açıklık getirmem gerekir. Bu yazılar kitabın bir özetini de içeriyor, kitaptaki olaylar ve karakterler ile ilgili hislerimi ve fikirlerimi de. Genelde bu kitap serisi hakkında konuşacak kimseyi bulamadığımdan bu yazı serisini yazarak bir nevi kendimi tatmin etme amacı güttüğüm için yazıların uzun olması beklenmektedir. Yani uzun uzun anlatıp, kendi kendim ile bir kitap tartışmasına gireceğim. Çünkü, neden olmasın?
İkinci kitap, ilkini bıraktığımız yerden başlar.
Paris ‘den yola çıkmış 4 arkadaş ve uşaklarından sadece D’Artagnan ve uşağı Londra’ya varabilmiştir.
Porthos ilk durakladıkları yerde bir sarhoşun laf atması sonucu dövüşe tutuşmak zorunda kalmış, arkadaşları görev için yola devam etmiş ancak ilerde beklemelerine rağmen gelmediğinden yaralanmış veya ölmüş olabileceğini düşünüp devam etmişlerdir. Bu sefer de yolda kurulmuş bir kumpasa denk gelmişler, silahlar patlamış, Aramis yaralanmış, Porthos’un uşağı da yaralanıp düşmüştür.
Aramis’i de uşağı ile beraber bir handa bırakıp yola devam eden son kalan iki silahşörden Athos kaldıkları handa hancının kalpazanlık suçlaması ile tuzağa düşürülmüş, D’Artagnan’a ‘Çabuk kaç!’ diye bağırıp çatışmaya girmiştir.
Kraliyet için çıkılan bu seferde arkadaşları kendilerini feda ederken D’Artagnan Buckingham Düküne ulaşmış, ona Kraliçe’nin elmasları geri istediği mektubu iletmiş ve beraber adamın sarayına doğru yola çıkmışlardır.

Buckingham Dükü elmasları tam geri verecekken iki tanesinin eksik olduğunu fark eder ve hemen kimin yapmış olabileceğini tahmin eder. Aslında Richelieu’nun özellikle bu işi yapması için gönderdiği ve Buckingham Dükü ile daha önce bir gönül macerası olduğu için politik sebepten çok, kadınca kıskançlık sebebi gibi gözüken bir operasyondur bu. Milady hem intikamını almakta hem de Richelieu ‘nun entrikasına destek çıkmaktadır. Bu bizim Milady’i ikinci kez sahnede görmemiz daha doğrusu ismini duymamızdır.
Buckingham Dükü devletin parasını ve gücünü kendi zevki için kullanarak, bütün gemi seferlerini iptal ettirir, eksik iki elmasın aynısını paralar saçarak 2 günde yaptırır, D’Artagnan ‘ın Paris’e dönüşünü organize eder.
D’Artagnan dönüş yolculuğunda, özel izin ile hareket eden tek gemi ile Fransa’ya geçerken bekleyen gemilerden birinin güvertesinde Milady’ i görür. Sonrasında hızla Paris’e ulaşır.

Kralın Kraliçeyi faka bastırmayı planladığı balo gerçekleşir ve Kardinal’in hayalkırıklığı ile Kraliçe 12 elması ile baloda boy gösterir. Görev başarı ile tamamlanmıştır. D’Artagnan arada bir de Kraliçe perde arkasında iken elini öpmeye ve bir elmas yüzük hediye almaya nail olabilmiştir. Başarısını taçlandıracak tek eksik Madam Bonacieux’a kavuşacağı gecedir. Bunun için de sözleşmişlerdir. Treville’nin ona geride kalan arkadaşlarının akıbetini sorgulamak için Paris’den ayrılmasını salık vermesini dinlemeden kadın ile buluşmaya giden D’Artagnan’ı ise kötü bir sürpriz beklemektedir.

Sevdiği kadının beklediğini ilettiği adresteki ev darmaduman edilmiş, komşulardan birinden öğrendiği kadarı ile kadın zorla kaçırılmıştır. Hatta sonradan anlayacağı şekilde kaçıranlar arasında yüzü yaralı adam ve kadının kendi kocası da vardır.
Morali bozulan D’Artagnan Treville’nin öğüdünü dinler, yanına uşağını ve Buckingham ‘ın hediye ettiği 4 atı alarak arkadaşlarının durumlarını öğrenmek için yola çıkar. Böylece ikinci kitabın en keyifli bölümleri başlar. Çünkü zor durumda kalmış arkadaşlarını tek tek bulurken, meraklı D’Artagnan arkadaşları ile ilgili bir sürü de bilgi edinir. Biz de bu sayede adamları daha iyi tanıma şansı ediniriz.
İlk hedef seyahatte ilk düşen Porthos dur. Arkadaşının akıbetini öğrenmek için hızla giden D’Artagnan, hancıdan arkadaşının kanlı canlı olduğunu ama bir kılıç yarası almış olduğunu da öğrenir. Uşağı da bir süre sonra gelip ona katılmış, tedavileri sebebi ile borca batmışlardır. Porthos’un hep övündüğü zengin düşes sevgilisinden para gelmesi mevzusu ise Düşes’in aslında düşes değil de bir vekilharcın yaşı geçkin karısı olduğu gerçeği olarak D’Artagnan’a çıtlatılır. D’Artagnan her ne kadar arkadaşları hakkında bazı bilgiler edinse de, hakkını verelim, en azından okuduğum ilk dönem kapsamında bunları hiçbir zaman arkadaşlarına zorla birşey yaptırmak için tehdit gibi kullanmaz. Bu bilgileri edinmesini ve olayları birbirine bağlamasını sanki daha çok D’Artagnan’ın zekasını göstermek için kullanır Dumas.
Mousqueton, yani Porthos’un uşağı, kaba etlerinden kurşun yediği için hassas bir tedavi süreci geçirmiştir. Porthos’sa “burktuğu” ayağı sebebi ile tedavi görmüştür. Tedavi süreçleri biraz daha devam edeceğinden, D’Artagnan arkadaşı ile hasret giderip yola devam eder.
Aramis’i bıraktıklara hana ulaşır. Burada arkadaşını iki rahiple beraber bulur. Nazlı Aramis yine sevgilisinden bir dönem haber alamamış ve yine kilise hizmetine girmeye karar vermiştir. Bu bölümde de komik diyaloglar eşliğinde Aramis’in silahşörler arasına ilk nasıl katıldığını öğreniriz. Neyse ki D’Artagnan yola çıkmadan önce Aramis’in evine uğrayıp sevgilisinden gelen bir mektup bulmuştur da, Aramis yine dünyevi zevklerin ağırlığını kalbinde hissedip, silahşör kalmaya karar verir. Onu ve uşağını da dinlenmeleri için bırakıp bu sefer Athos için yollara düşer.
Athos ile D’Artagnan arasında farklı bir arkadaşlık vardır. Athos içlerinde hem yaşı en büyük hem de en ağırbaşlı gözüken olduğu için D’Artagnan’a bir abi hatta bir baba gibi yaklaşır. Aramis’in de Athos’a saygı gösterdiğini görürüz. Gösterişi seven Porthos arkadaşlıklarının ilk döneminde Athos’a biraz haksızlık etmiş olsa da, sonrasında Athos’un kendisi gibi olduğunu, rol yapmadığını veya kimseden rol çalmaya çalışmadığını görüp onun bu doğal haline ve aklına saygı göstermiştir.
D’Artagnan en sevdiği ve saydığı dostuna duyduğu merak ile yola devam eder. Neyseki onu ve uşağını handa canlı bulur. Ancak bıraktıkları günden beri bir barikat kurup hanın kilerine sığınmışlar, orada yiyip içmişler, hancıyı iftirasına maddi olarak pişman etmişlerdir. Lafı daha fazla uzatmadan D’Artagnan gelince oradan çıktıklarını, hatta oldukça da sarhoş bir halde çıktılarını söyleyelim. D’Artagnan ile buluşan Athos arkadaşı ile bir sofraya oturur ve geçen günler hakkında konuşmaya başlarlar. İşte bu yemek sofrası bizim Athos’un müthiş sırrını öğreneceğimiz sofra olacaktır.
Athos aşk acısı çeken arkadaşının dertlerini dinlerken, bir arkadaşının başından geçmiş gibi bir hikaye anlatır. Kendi topraklarında görüp aşık olduğu sarışın genç ve güzel bir kız ile evlenen bu soylu Kont bir at kazasında sonucunda karısının omzunda Fransa mahkemelerince hırsızlara verilen ceza olan zambak dövmesi bulur. Kont hala baygın olan kadını, sevdiği kadını, bir ağaca götürüp asar ve topraklarında adaleti sağlar. Bu sayede Athos, aşktan elini eteğini çekmenin erdemini öğrenmiş olduğunu söyler. Bu hikayeyi dehşetle dinleyen D’Artagnan şoke olur ve sızmış numarası yaparak konuşmanın devamından kaçar.
Burada biraz Athos’un kendisinin yaptığı bu hareketin manasını konuşalım. Bir kadınla evleniyorsunuz. Onu sevmişsiniz. Aşık olmuşsunuz. Bu noktada kadının hislerini bilmiyoruz. Kadın attan düşmüş. Ona yardım etmek için, ayıltmak için gelmiş elbisesini çözmüşsün ve omzundaki dövmeyi görüyor ve bir suçlu olduğunu anlıyorsun. Suçunun detayını, mahkemesinin nasıl olduğunu, kararı kimin nerede verdiğini bilmiyorsun, kadını da uyandırıp sormuyorsun. Kadını alıp soğukkanlılıkla bir ağaca asıyorsun. Bunu özellikle belirtmek istedim. Çünkü sonra bir yere geleceğim.
Arkadaşların başına gelen çeşitli olaylar ve komik diyaloglar eşliğinde Paris’e dönüş tamamlanır. Onları evlerinde savaş celbi beklemektedir.
La Rochelle kuşatması Fransa’nın bir mezhep savaşıdır. Protestanlık ve Katolikler arasında uzun zamandır devam eden iç savaşın son bir basamağı da La Rochelle kuşatmasıdır. Şimdi uzun uzadıya bu mezhep savaşlarından bahsetmeyeceğim. İlerde başka bir filmi anlatırken biraz detaylandırabilirim.
Savaş celbinin silahşörleri ilgilendiren kısmı teçhizatlarını tamamlamalarının gerekliliğinin ortaya çıkması olmuştur. Cepleri delik olan kahramanlarımızın yeni görevi bu olur.
Bu arada D’Artagnan’da sevgilisini bulmaya çalışmak için yola çıkar ama daha önce ilk gördüğünde dikkatini çeken sarışın güzel kadın, Milady’i ile rastlaşır. Milady ‘nin güzelliğinden etkilenen D’Artagnan bazı tesadüfler sonucu Milady ile tanışır. Ve onu arzulamaya başlar. Milady’nin D’Artagnan’a aşık oda hizmetçisi Ketty ise ona kadına karşı dikkatli olması için bilgiler sızdırmaktadır. Mesela Milady’nin kayınbiraderinin ölmesini isterken, düelloda adamın hayatını bağışlayan D’Artagnan’dan nefret etmesi ve D’Artagnan’ın Londra seferi sırasında ağır yaraladığı Kont Wardes’e ise aşık olduğu gibi. Ayrıca D’Artagnan’ın elmas gerdanlık olayında onu geçmesi ve Richelieu nezdinde kendisini küçük düşürmesi de cabasıdır.
D’Artagnan ‘ın kendine aşırı güveni burada devreye girer. Kont Wardes’i seven kadın onu neden sevmesindir. Sahte mektuplaşmalar ve Ketty’i de baştan çıkartarak pislik birisi gibi Kont Wardes taklidi yaparak Milady ile bir gece geçirir. Sonra Milady’e yine sahte bir mektup yazarak Kont Wardes olarak onu reddeder. Aşağılanan Milady bu sefer de D’Artagnan’ı Kont Wardes’i öldürmesi için baştan çıkartmaya çalışır. Geceyi beraber geçirmelerinin ardındansa D’Artagnan salak gibi yaptığı kandırmacayı anlatır. Bir kadın için oldukça aşağılayıcı bir durum olarak Milady kızmakta haklıdır. Ama ani yaptığı bir hareket sonucunda geceliği yırtılır. İşte burada Milady’nin büyük sırrı ortaya çıkar. Milady’nin omzunda bir zambak dövmesi vardır.
Hem kendisini kandırmış hem de sırrını görmüş D’Artagnan’a saldıran Milady’den deli gibi kaçan D’Artagnan Athos’un evine sığınır. Ve orada arkadaşına “ötekinin öldüğünden emin misin?” diye sonlanan sorusu ile Milady macerasının detaylarını anlatır. Athos buna inanmak istemese de kanıtlar inkar edilemezdir.
Milady’nin şiddetinden korkup D’Artagnan’a kaçan Ketty’e Aramis sayesinde soylu bir hanım (bu Aramis’in sevgilisi, dönemin meşhur gerçek kişilerinden saraydan sürgün edilmiş, Kraliçe’nin o dönemdeki yakın dostu ve sırdaşı Madam Chevreuse’dur) yanında iş bulunur. Her bir silahşör kendi yöntemi ile savaş teçhizatını hazırlar. Porthos biraz gönül koyma numaraları ile vekilharcın karısından, Aramis sevgilisinden gelen hediyeler ile, D’Artagnan ve Athos ise Milady’nin Kont Wardes’e veriyorum sanarak D’Artagnan’a verdiği (zamanında eski kocası yani Athos’un bu kadına vermiş olduğu) bir yakut yüzük sayesinde.
D’Artagnan henüz Kralın Silahşörleri arasında olmadığı, sadece muhafız olduğu için kendi birliği ile La Rochelle’e sefere önden giden grupta olacaktır. Ama sefere çıkmadan önce Paris’de karşılaşacağı iki önemli muharebe olacaktır. İkiside psikolojiktir.
İlki evinde bulduğu gizemli bir not ile Madam Bonacioux’dan gelmiş gibi bir davet mesajıdır. Tenha bir yolda bir randevudur. İkincisi ise Kardinal Richelieu’nun görüşme davetidir. Arkadaşları D’Artagnan’ı yalnız bırakmazlar ama tabi sadece Richelieu’nun sarayının kapısına kadar gelebilirler. Richelieu bu gelecek vadeden genci kendi saflarına çekmeyi planlamaktadır ve ona kendi askerleri arasında bir görev teklif eder. D’Artagnan bu teklifi sadece arkadaşlarının gözünde dönek olarak gözükmemek için, onuruna yediremez ve kabul etmez.
Milady’den kolay kurtulduğunu sansa da aslında durum hiç de öyle değildir. Milady D’Artagnan’ın peşine adam takmıştır. Önce garnizonda gezerken bir suikast girişimine uğrar. Bundan kurtulur. Sonrasında D’Artagnan bir operasyona kendi ile gelecek gönüllüler ararken aralarına sızan iki adam neredeyse D’Artagnan’ın öldüreceklerdir. Ama D’Artagnan birini haklar, öbürünü ise yaralı olarak kurtarır. Hem canını kurtarmış, hem operasyonda başarılı olmuş, hem de kendisini öldürmek için tutulmuş adamı affederek adamın minnetini kazanmıştır.
D’Artagnan kendisini huzur içinde sayabilirdi.
Milady
Ancak bu huzur, bir şeyi ispatlıyordu: D’Artagnan’ın henüz Milady’yi tanıyamadığını!
İkinci kitap burada son bulur. Milady daha neler yapacaktır, D’Artagnan ve arkadaşlarının başına neler gelecektir. Bunlar üçüncü kitaba kalır.
Benim en keyif alarak okuduğum bölümler, gizem ve sırların açığa çıkması, aşk, ihanet, entrika, tutkulu aşk geceleri gibi, aksiyon ve romansın bol olduğu bölümler. Tabi yıllar sonra dönüp tekrar okuyunca D’Artagnan’ın maymun iştahlılığı, hem hizmetçisi ile hem de hanımı ile geceyi geçiren, kadınları kendi çıkarları için kandıran bir adam olarak hiç de hoş bulamam. Ama yine de romanın kendi havasında genel bir üçkağıtçılık hakim olduğundan, belki de o dönemin “şerefli” şövalyeliğinin aslında pek de öyle olmadığını anladığımdan çok da ciddiye almamış olabilirim. İşin komik yanı bu adamların kendi işlerine geldiği zaman şereflerini çok ciddiye alıp, işlerine gelmediği zaman şerefsizliği kolaylıkla yapmalarıdır.
Üçüncü kitapla devam… Olaylar bir sona varacak, düğümler açılacak…
© Site içerisinde yazıların tüm hakkı saklıdır.