Andrea Bocelli ile bu klip sayesinde tanışmıştım. Tv de bir müzik kanalı vardı. Adını hatırlayamıyorum. Soft, romantik yabancı şarkılar ama özellikle ingilizce dışında farklı dillerde şarkıların klipleri dönerdi. Bu ve birkaç Avrupa’lı şarkı/şarkıcıyı bu kanal sayesinde tanımıştım.
Bu şarkı ise her duyduğumda tüylerimi diken diken eder. Nefis bir müzik eşliğinde bu gözleri görmeyen adamın sesi ile sanki bir bulutun üstüne binmişim gibi hissederim. Rüzgar ile bir o yana bir bu yana savrulur, geçmişi anarım.
Geçen gün TRT2 de rastgeldiğim La musica del silenzio yani Sessizliğin Müziği isimli filmi izlerken bu şarkıyı tekrar dinlemek için dayanılmaz bir istek duydum.

2017 yapımı bu film Andrea Bocelli’nin çocukluğundan başlayarak, ünlü olduğu zamana kadar geçen hikayesini anlatıyor. Ben doğuştan görme engelli sanarken, aslında önce glakomdan görme kaybı yaşamış ve arkasından bir spor kazasında beyin sarsıntısı geçirip tamemen kör kalmış.
Çocukken şarkı söylemeyi çok severmiş ve amcasının desteği ile kiliselerde ilahi okumuş, yarışmalarda birincilik almış, ta ki ergenlik ile sesi değişene kadar. Sesi değişince şarkıcılık hayalleri yok olmuş. Ama içinde bu arzuyu hep taşımış.
Babasının isteği üzerine hukuk okumuş ama bir yandan da barlarda piyano çalıp, şarkı söyleyerek para kazanıyormuş. İstediği gibi bir şarkıcı olmak için bir opera sanatçısından ders almaya başlaması onun için dönüm noktası olmuş.
Bu opera hocası ile çalışmalarını izlemek çok ilginçti. Hocanın ona tam hazır olana kadar şarkı söylemeyeceksin demesi ve bir performansdan önce kendini sessizlik ile hazırlayacaksın demesi bana bir tür meditasyon gibi geldi.
Bir de böyle uzun süre mücadele edip ünlü ve başarılı olan insanların hikayelerini izlemek bir başka keyif veriyor. Bu insanların ortak noktası amaçlarından sapmamaları. Bana Simyacı kitabındaki hikayeyi anımsatıyor. Yolunda ilerlerken bazen herşey durmuş gibi gözükür, ya da elde ettiğin yeterliymiş gibi. Tam kapının önüne varıp, kapıyı itelememişsin gibi. Halbuki ittirsen açılacak. Bu insanlar o kapıya kadar ulaşmak için çok çaba sarfediyorlar. Bazen zoru geçip, kolayda takılınabiliyor. Şu anda bunları yazarken kendi geri adımlarımı da düşünüyorum da… Neyse.
Film güzel bir film. Bolca Andrea Bocelli şarkısı dinleyebiliyorsunuz. Şarkıcıyı Toby Sebastian isimli bir İngiliz oynamış ki yeni öğrendiğim kadarı ile kız kardeşi de ünlü Florence Pugh (Midsommar ve Küçük Kadınlar yeni versiyon) imiş.
Filmin tek kötü yanı İtalya’da geçmesine ve oyuncuların karışık olmasına karşın, hemen hemen hepsinin kötü bir İngilizce lehçesi ile konuşmuş olması. Ya İtalyanca çekselermiş ya da normal İngilizce ile. Böyle bir yapaylık olmuş. Ama şarkılar ve adamın sesinin güzelliği uğruna görmezden gelinebilir.
Son olarak en sevdiğim şarkının sözlerinin çevirisini de şuraya bırakıvereyim.
Bu benim şarkım
Aşkın ilahisi
Sana onu söylüyorum
Kederimle
Öyle güçlü öyle büyük ki
Kalbimi hançerliyor
Ama sabah berraklaşıyor
Tarlalarının arasında şarap kokusu
Senin hayalini kuruyordum ve şimdi
Seni görüyorum hala orada
Ah, ne kadar nostaljik
Resmedilmiş vadiler
Ağlarım, bırakıp gitmek uzaklara ne delilikti
Bu benim şarkım Aşkın ilahisi
Sana onu söylüyorum
Kederimle
Öyle güçlü, öyle büyük ki
Kalbimi hançerliyor
Ama sabah berraklaşıyor
Tarlalarının arasında şarap kokusu
Orada doğdu benim kaderim
Yokluğunla tatsız…
Yokluğunla tatsız…
Bu kalbim
Tatlı bir melodram söylüyor
Aşkın ilahisini
Senin için söylüyor
Bir melodramdır
Sensiz söylediğim
© Site içerisinde yazıların tüm hakkı saklıdır.