Vienna Blood – 2. Sezon

Vienna Blood’un ilk sezonunu epey beğenmiştim. Hem dönem dizisi hem de polisiye sevdiğim için ikisinin bir arada olması, 1900’lerin Viyanası hoşuma gitmişti.

İkinci sezonunun olacağını da duymuştum da ne ara çekildi, ne ara yayınlandı atlamışım.

En sonunda 3 filmlik (bölüm diyemiyorum çünkü her biri bir buçuk saatlik filmler) ikinci sezonu izleyebildim.

Kesinlikle kötü değildi ama doğrusu ilk sezon kadar da sevemedim. Adını tam koyamadığım ama belki yazarken çıkartabileceğim bir fark vardı.

İlk sezonda iki adamın ilk tanışmaları, birbirlerinin metotlarına ve kişiliklerine alışmaları, senkronize olmalarını izlemek hoş bir dinamikti. Bu sezonun başından itibaren arkadaşlıklarının devam ettiğini görmek güzel olsa da hala mesafeli, saygılı konuşmaları biraz tuhaf geldi. Aslında filmler ilerledikçe birbirlerine hafif kinayeli espriler yapmaları, takılmaları onları da, izleyen beni de rahatlattı.

İlk filmden beğendiğim bir aktris vardı. Müzede çalışan Amelia’yı canlandıran Jessica De Gouw’un yerine bir başka oyuncu gelmiş. O oyuncu da fena değildi ama diğer kadında daha çok dönem dizisi tipi vardı sanki.

Filmlerin konularına gelirsek ise, sanırım vasat gelen bunlar oldu. İlk sezondaki filmlerde daha ağırlıklı psikolojik analizler vardı gibi kalmış aklımda. Ama bu filmlerde pek fazla numara yoktu. Daha beklenen hikaye örgüleri, beklenen şaşırtmacalar vardı. İlk sezondaki kadar heyecan uyandırmadı konular. Yine de sıkıcı değillerdi.

Hele ikinci filmde Rus elçileri ile yapılacak toplantıda planlanan suikast olayı bana Red Kit’in Rus ateşesinin vahşi batıyı ziyaretini anlatan hikayesini hatırlattığı için gerilim yaşayacağıma daha çok gülesim geldi. Bir yandan da tabi 7 sene sonra çıkacak birinci dünya savaşının çakan şimşeklerine değinilmiş. Dizilerde tarihi olaylara böyle küçük küçük atıflar yapılmasını seviyorum. Gerçek olaylar olmasa bile merakımı cezbediyor. Tarih derslerinde birinci dünya savaşı için sadece “Avusturya Arşidükünün suikasti ile başlar” diye tek cümle ile geçerken, aslında savaştan yıllar evvel kaynamaya başlayan kazan ve içinde nelerin, kimlerin olduğunu gösteren tarihi filmleri seviyorum.

Üçüncü filmde ise Max’ın bir Yahudi olarak rahip kılığına girerek Katolik manastırına sızması oldukça ironikti. Ama Avrupa’da daha 1907’lerde ve kilise tarafından körüklenen Yahudi karşıtlığını görmek biraz şaşırttı. Yahudilerin Avrupa’da 1200’lü yıllarda bile istenmediğini (hatta 1500’lerde Osmanlı’nın İspanya’dan kovulan Yahudileri kabul ettiğini) bilsem de 1800′ lerden ikinci dünya savaşı öncesine kadar bu kadar aleni düşmanlıkların yaşandığını bu yazı için bakıp okuyana kadar bu derece bilmiyordum.

Neyse.

Gizem, psikoloji, dönem derken 3 bölüm bitiverdi. Üçüncü sezon onayı da almış. Bakalım ona ne zaman denk geleceğim?

© Site içerisinde yazıların tüm hakkı saklıdır.


Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s