The Mandalorian – Dizi 2019

Resmen aşık oldum — burada gözlerinden kalpler çıkan bir imoji koydum içimden.

Sinema sevdam yazımda belirtmiştim. Kendimi bildiğim ve hatırladığım ilk sinema salonu deneyimim Yıldız Savaşlarının (eski üçlemenin) son filmiydi. Bu eski üçlemeyi, ilkini TRT nin Pazar sabahı kuşağında, diğer ikisini ise Show tv nin yayınlarından video kasete kaydetmiş olmak suretiyle 100 veya daha fazla kere izlemişimdir. Dublajlı olarak izlediğim bu filmleri sonradan yine tekrar ve tekrar orjinal sesli izlemiş olsam bile repliklerin Türkçelerini hala ezbere bilirim.

George Lucas’ın 1997 de eski filmleri cilalayıp sinemaya sunmasından çok memnun olmuştum.

Ardından bir de “Every saga has a beginning” sloganı  ve afilli bir fragman dizisi ile eski Yıldız Savaşları filmlerinin öncesinin hikayesinin anlatılacağı ortaya çıktı. Episode 1… Fragmanların zerafeti ve etkileyiciliği ile sinemalara koşanları ise büyük, ama gerçekten büyük bir hüsran bekliyordu. En azından benim ve etrafımdaki eski okul Yıldız Savaşları sevenleri için. Yeni nesil fanlar için belki tuhaf yaratıklar, ışın kılıçlı yüzü dövmeli kapşonlu tipler ve bilgisayarda yaratılmış karakterlerin oyuncakları peşinde koşacakları yeni bir mecra açılmıştı. Ama eski fanlar için tek bir karakter bile filmi kötülemeye yeterken sirke çevrilmiş bir çocuk filmi ile duvara toslamışlardı. Evet, Jar Jar Binks’den bahsediyorum.

Episode 2 ve 3 olarak geçen filmler kötüden iyiye doğru biraz evrilse ve son film nispeten daha iyi olsa da genel manada Yıldız Savaşları evrenine yapılan yeni eklemeler seriyi eskiden sevenlerin ağzında kötü bir tat bırakmıştı. En azından ben böyle düşünüyordum. İnternetten baktığımda farklı farklı seven gruplar mevcut olduğunu fark etmiştim. Kimisi Star Wars evreni deyip, Millenium Falcon’un motor gücüne kadar öğrenmiş saf geek’ler (burada saf derken alık değil damıtılmış demek istedim) kimisi popüler kültürün dalgasına kapılıp, sırf ortam muhabbetlerinde lafı geçince “abi bende izledim, çok güzeldi effektler yaa” gibi yorum yapabilmek için olaya dalanlar, bir de benim gibi eski filmleri hikayesi, olayları, bilim kurgu sosu ile bezenmiş macerası için sevenler vardı.

Ben burada kendi adıma yazıyorum tabi. Filmler ile farklı hikayelerin anlatılmasına heyecanlanmış olsam da, yeni evrenin eklenen tüm karakterler için genişletilmesini aşırı ticari buluyorum. Amerika’da farklı gelişmiştir mutlaka ama Türkiye’de biz küçükken (80 lerin sonu) minik oyuncaklar, basılı tişörtler olmadığı için filmleri sadece karakterler ve macerası için çok sevmiştim. Şimdi ise filmler, diziler derken büyük bir girdap gibi oyuncak, bilgisayar oyunu, kıyafetler şeklinde o kadar ticari meta üzerinden pompalama yapılıyor ki, filmi seven yeni nesilin ıvır zıvır peşinde koşması gayet normal. (Burada yazar ilerde yazacağı mevzuda kendini rahatlatma çalışmasına geçmiştir)

Bu yüzden yapılan animasyon serilerini de çok merak etmemiştim.

Sonra Disney Lucas filmi satın aldı ve fabrikasyon film/dizi üretimine başladılar.

Serinin episode 7 mi demeli, devam filmini sinemada izlediğimde kendimi en kötüsüne hazırladığım için çok da fena gelmemişti. Arkasından Rogue 1 zorlama, episode 8 de eh işte, en azından çok kötü değil gibi gelmişti, ama her iki filmlerde de yapmacık yan karakterlere ısınamamıştım. Filmlerin güzel çıkması yerine, aşırı kötü çıkmamasına sevinmeye başladığımı fark edince sonraki filmlere ilgimi kaybetmiştim. Hatta sekizinci filmin çıktığını bile takip etmemişim.


Mandalorian dizisinin Disney Plus’da yayınlanmaya başladığını, bir sürü influencer reklam yaptığı için duydum tabi ama hayalkırıklığından o kadar bıkmışım ki izlememiştim.

En sonunda hem bir arkadaş tavsiyesi gazıyla hem de can sıkıntısından bir göz atayım diye başlayınca, ilk bölümün kısa olması heyecanıyla izleyiverdim. Ve ilk bölüm sonu süprizi… Bebek Yoda.

Şimdi bu dizinin oynamaya başlamasından beri iki sene geçmiş iken, bu yeni keşfim kimseye pek de öyle heyacan verici gelmeyebilir ama benim için resmen bir devrim oldu bu dizi. Disney’in veya Lucas’ın yaptığı yeni bir şeyi kalpten sevmiş oldum. Bebek Yoda tek başına kalp hırsızı olsa da Mandalorian’ın baş karakterinin de  çok etkileyici bir tip olduğunu, hikayenin anlatışını, yan karakterlerin sadeliğini, cg karakterlerin kalitesini takdir ettim.

Bebek Yoda ‘ya gelirsek, gerçekten aşık oldum. Böyle bir tatlılık yok. Yoda tipini zaten severdim ama 50 yaşında olduğu söylenen bu bebeği, ifadeleri, ağız yüz hareketleri ve o çipil çipil bakan parlak gözlerine dayanamıyorum. Her ne kadar popüler kültürün kapitalist düzenine uymayacağım, alet olmayacağım diye kesin kararlı olsam da, itiraf ediyorum, dayanamadım ve bebek yoda oyuncağı aldım (beklenen itiraf). Ama o kadar şirindi ki…

Diziye gelecek olursam, pek çok yerde dizinin yaratıcısı Jon Favreau’nun bazı yorumlarını okudum. Bu dizi ile Star Wars’ın eski filmlerindeki ruhu yakalamaya çalıştıkları, western havasına tekrar ulaşmaya çalıştıklarını dile getirmiş. Eski filmlerin westernlikle ilgisini bilemeyeceğim. Star Wars ve George Lucas ile ilgili ayrı yazacağım yazıda daha önce Lucas’ın ilk filmi ve serisini yazarken ilham aldığını okuduğum bazı romanlardan bahsedeceğim ama önce bunların içinde filmler de var mıydı, kendime hatırlatmam gerekiyor.

Benim Mandalorian’ı sevmemi sağlayan nedir diye düşündüm? Bir kere cg ‘nin az kullanılmış olması büyük bir etki. O sahte karakterler yerine somut kuklaları tercih ediyorum. Evreni daha canlı kılıyor.

Bir de tabi başroldeki ağır abi karakterinin etkisi büyük. Yüzünü dizinin ancak epey ilerleyen aşamalarında görebileceğimiz karakterin kendi doğruları, yasakları, kararları ile ilerlemesi hem karaktere hem de o dine mensup insanlara bir gizem katmış. Mandalorian’lığın bir gezegene mensup canlılara mı yoksa sadece o inancı takip edenlere mi verildiğini bilemiyorum. Açıkçası çok da umrumda değil. İnternetten Star Wars wikilerine baktığımda yok bilmem kaç sene önce bilmem kim kurmuş, aynı zamanda jedi olan bir liderleri olmuş falan diye bir sürü tarihçeleri var da, bu konuda o kadar okuyup öğrenmeye hiiç isteğim yok. Bazı konularda çok detay bilgi sahibi olmaya çalıştığım oluyor ama bazı konularda ise hikayeden keyif almam için yeterli bilgiye sahipsem daha da fazla konuyu kazımak istemiyorum. Olayın tadı kaçıyor.

Mandalorian’ı da baş karakter Din Djarin ‘i canlandıran oyuncu Pedro Pascal‘ı sadece Game of Thrones dizisinden biliyordum. O dizide en sevdiklerimden biriydi. Bu dizide maskenin altından gelen mükemmel ses tonu ona mı ait, yoksa dijital bir effekt oyunu mu tam bilemiyorum. Bir de maskenin altında sürekli oynayan kendisi mi yoksa dublörü mü, karakterin başarısı tek Pedro’ya mı yoksa bir başkasına da mı ait bilemedim. Ama ağır abi yürüyüşü ve ses tonu ile çok etkileyici bir karakter olmuş. Bu arada Wikipedia’dan bakarken Pedro’nun ilk tek bölümlük rollerinden birinin sevgili Buffy’nin bir bölümü olduğunu görmem. Çok sevgiler kendisine.

Bu yazıyı fazla uzatmak istemiyorum. İlk iki sezonunu kendimi durduramadan ve hiç sıkılmadan izlediğim Mandalorian’dan sonra The Book of Bobba Fett’e başladım. Sırf bebek yoda’nın varlığı sebebi ile. Çünkü ne ilgisi olduğunu diziyi izlemeden bilemesem de dizinin instagram sayfasında hem Luke’u hem de Grogu’yu (bebek yoda ‘nın kendi adı) görünce, bir an önce o bölümlere ulaşmak istedim. Ama o dizi ile ilgili ayrıca yazacağım.

Sanırım bu yazımda da Bebek Yoda’nın tatlılığını anlatmaktan ve Mandalorian’ın kendisini övmekten dizinin konusundan bahsedememişim ama buna da ayrı bir yazı yakışabilir.

© Site içerisinde yazıların tüm hakkı saklıdır.


Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s