Incendies – 2010 Film

Bu film ile ilgili yazmadan önce biraz yönetmeni ile ilgili yazmak istedim. Dennis Villeneuve’u ilk Dune ‘nin yeni sinema filminin yönetmeni olarak duydum. Dune benim için çok çok çok önemli bir seri olduğu ve önceki uyarlamalar ile ilgili kötü hatıralarım olduğu için merak edip, ‘kimmiş bu adam’ diye araştırınca karşıma çıkan Arrival (2016) filmini görmüş, daha önce bir filmini izlemiş olduğumu anlamıştım. Pek çok övgü alan o film bile bana pek umut vermemişti. Filmin görselliği ile ilgili değil ama işte ilk izlediğimde pek sevememiştim.

Sonra bir gün tv de Sicario (2015) filmi ile karşılaştım. Sinema sevdası yazımda da belirttiğim gibi bu filmin görüntülerine bayılmıştım. Ama genel havası da, görüntüler, müzik, oyunculuklar, bağlantılar da, her şey o kadar ince ince işlenmişti ki, filmi tekrar tekrar izlemekten kendimi alamadım. Hala tv de yeniden denk gelince bazı bölümlerine özellikle bakıyorum. Bu film ile bu yönetmen için ‘yoksa iyi mi bu?’ demeye başladım ve diğer tüm filmlerini de izlemeye karar verdim.

Incendies, Türkçe olarak içimdeki yangın olarak çevrilmiş. Türkçe karşılığı yangın demekmiş zaten. Wajdi Mouawad ‘ın aynı isimli tiyatro oyunundan sinemaya uyarlanmış.

Dürüst olmak gerekirse, bu filme gelene kadar yönetmenin Prisoners ve Enemy filmlerini izlemiş ve artık ‘bu adamın her filmine bakarım, iyi veya kötü’ noktasına gelmiştim. Bu film ile ilgili bir iki övgü duymuş olsam da, yine de öyle çok büyük bir beklentim yoktu. Filmi izledikten sonra ise hak ettiğinden ne kadar az bilindiğine (bilmediğime yani) , ne kadar az övüldüğüne çok şaşırdım.

Filmin konusu; Kanada’da yaşayan biri kız biri erkek ikiz kardeşler, annelerinin mirası açıklanınca, annelerinin her birine birer görev bırakmış olduğunu öğrenirler. Varlığından haberdar olmadıkları erkek kardeşlerini ve kim olduğunu bilmedikleri babalarını bulmak. Annelerinin vasiyetini gerçekleştirmek ve geçmiş hayatının izlerini takip etmek için ana vatanına giderler. Orada geçmişin gizlerini katman katman soyarlar. Filmin en etkileyici yanı hikayenin detayları olduğu için daha fazla da bir detay vermek istemiyorum.

Çocukluk boğazınıza saplanmış bir bıçaktır. Kolay kolay çıkarılmaz.

Filmde geçen anavatan Orta Doğu’da uydurma isimli bir ülke olarak belirtilse de aslında Lübnan ve iç savaşı döneminden bahsedildiği yazıyor. Bu yüzden hikayenin gerçek hayattan uyarlama olmama durumuna karşın, hiç de gerçek olmayacak gibi gelmiyor. 70’ler deki Lübnan’ı bilmesek de, 90 ‘lar da Avrupa’nın göbeğindeki iç savaşları, günümüzde de Orta Doğu ve Asya’nın pek çok ülkesinde olanları okuduk, izledik. Lübnan’da da bir defa alev aldıktan sonra sürekli intikamla, karşılık vermekle coşan yangından kalan kırık hikayelerden biri rahatlıkla olabilecek bir film.

Açıkçası uzun zamandır bir filmden bu kadar etkilenmemiştim. Konusuna baktığınızda belki çok da orijinal olmayabilecek kısımlar olsa da, oyunculuklar, hikayenin işlenişi o kadar iyi ki. İnsanların verdiği tepkiler sanki rol kesiyorlarmış gibi değil de, kanlı canlı yan koltuğunuzda oturuyorlar gibiler. Hikayenin parça parça anlatımı, geçmiş ve günümüze geçişlerin akıcılığı, korkunç olayların ama hayattan olayların anlatım tarzı, hepsine bayıldım. Filme can veren, farklılaştıran bu detaylar. Abartısız bir şekilde hem oyuncular, hem mekanlar, hem hikaye kendini gösteriyor.

Hep beraber olmaktan daha güzel bir şey yoktur.

Bu filmi hep boğazımda bir yumru ile hatırlayacağım. Özellikle mektupların okunma anlarının bende bıraktığı en büyük his bu oldu galiba. Gözyaşlarımı tutamadım. Film hem hüzün hem de büyük bir umut dolu. Sona geldiğinizde sanki birisi omzunuza pat pat vurarak, tamam artık herşey iyi olacak, diyormuş gibi.

Mükemmel bir film kesinlikle.

© Site içerisinde yazıların tüm hakkı saklıdır.


Yorum bırakın