Sinema sevdası

Sinema sevdam ile ilgili birşeyler yazmak istedim.

Sinemayı oldum olası severim. Belki öncesinde de sinemaya gitmişimdir ama sinema macerası olarak hatırladığım ilk anı, Yıldız Savaşları’nın son filmi. Burada 1983 yapımı Jedi’ın dönüşünden bahsediyorum tabi ki, uzun bir dönem son film buydu çünkü. Hangi sene izlemiştik bilmiyorum ama epey ufak olmalıyım. Çocuk aklımda kalan yegane sahneler pandaya benzer küçük ayıcıklar (çok tatlılardı) ve korkunç bir maskenin altından çıkan kel kafalı üzgün bir adam görüntüsüydü. Bir de kocaman bir sinema salonunda koltukların üstüne çıkmam.

Büyürken tv de bir sürü film izledim tabi ki. Eskiden kanal sayısı birken filmlere erişim zaten azdı. Tv de ne çıkarsa izlerdik. Video kaset kiralanan dükkanlar vardı. Oradan birkaç film kiralanır, komşular ile değiş tokuş yapılırdı. Sonra önce magic box (star tv) devamında show tv, atv ve diğerleri geldi, dizi sayısı az ve süreleri daha kısaydı, tv de bol bol film oynatılmasına zaman kalır, sansürleme şimdiki gibi olmazdı.

Lisedeyken arkadaşlarımla sinema üzerine sohbetler ettiğimizi, fantastik, bilim kurgu filmlerini heyecanla birbirimize anlattığımızı, kendi kendimize maceralar uydurduğumuzu hatırlıyorum.

Romanları, tiyatroyu, müziği hep çok severim ama sinema, gerek uyarlamalar ile gerek müziğin kullanımı ile bence pekçok sanatın birleştiği bir başka boyut.

İlk başta filmleri, sadece konuları için, komedi, aşk, korku vs. gibi izlerdim. Sonra tercih imkani arttıkça içindeki aktörler, aktristler için seçmeye başladım. Ödül törenlerini izleyip, oscar’dı , golden globe’du, kazanan oyuncuların heyecanına ortak olurdum.

Hangi noktada yönetmenlerin farkına vardım. Tam hatırlayamıyorum. Bazı filmleri diğerlerinden daha fazla sevdiğimi farkettiğimi hatırlıyorum. Galiba yönetmen olarak ilk dikkatimi çekenler, tekrar tekrar izlemeyi sevdiğim filmlerde ortak nokta olan yönetmenler Steven Spielberg , Ridley Scott, Tim Burton olmuştu. O zamana kadar Indiana Jones, Güneş İmparatorluğu , Mor Yıllar , Schindler’in listesi gibi filmlerini ne zaman karşıma çıksa izlemiştim. Blade Runner’ı tuhaf ve Alien’ı korkulu bir ürpertiyle izler ama orijinal, akla gelmeyecek farklı bir tür olduğunu bilirdim. Tim Burton ise.. Açıklamaya bile gerek yok. Sadece Beetlejuice desem yeter. Öyle böyle derken, filmlerin sonunda çıkan yazılara dikkat etmeye, yönetmeni kimmiş aklımda tutmaya çalışmaya başladım.

Ama asıl yönetmelere dikkatimin çekilmesi üniversite yıllarımda her ay kaçırmadan aldığım Sinema dergisi ile başlamıştı. Orada film eleştirilerini okurken, filmlerin belli noktalarından bahsedilirken yönetmenlerden dem vurulduğunu farkettim. Gerçi eleştirmenlerin sevmediğim bazı yorumları olurdu. Ona sonra geleceğim.

Her ne kadar sinemaya çok meraklı olsam da, sıradışı öyküler uydurmak, yazmak, bunları görsel hale getirmek hayalim olsa da, lise yıllarında direkt sayısalcılığa yönlendirildiğim için hiç öyle bir sektörde çalışılabileceğini düşünmemişim. Ama hem bu merakım hem de iş hayatının boğuculuğu sonucunda, karşıma çıkan bir senaryo yazma kursuna yazıldım. Kafamda hikayeler vardı, ya da okuduğum bir romanın harika bir film olabileceğini düşünüyordum. Nasıl senaryo yazılabilir diye merak etmiştim.

Orada tam olarak istediğimi alabildim mi, bilemiyorum. Aslında çok şey öğrendim, farklı yönetmenleri tanıdım, ama aynı zamanda sinema dergisindeki eleştirmenler gibi tipler ile de karşılaştım.

Sinema tabi ki kişiye özel bir zevk. Herkesin sevdiği çok izlenen bir filmi sevmeyebilirsiniz, veya aynı dalgaya kapılıp filme aşık olabilirsiniz. Elbette herkese hitap etmeyen, sanat ağırlıklı filmlerin de kendilerine özgü bir cazibesi var. Bunları herkesin bir anlam bulamadığı soyut sanat gibi düşünüyorum. Belki tam olarak anlatılmak isteneni anlamayabiliriz ama cazip gelen bir sahne bile olsa insanda bir etki bırakabiliyor.

Problem şu ki, gazete ve dergilerde yazan eleştirmenlerin bazılarının çok popüler filmlerle ilgili aşağılayıcı yorumlarını bazen çok rahatsız edici buluyorum. Örneğin, çoğu eleştirmen Yıldız Savaşları filmini çok vasat bulur. Belki çoğu yönetmenin top 10 listesinde Geleceğe Dönüş filmleri yoktur.

Bu tarz ana akım filmlerin insanlığın özü konusunda felsefe yapma gibi bir iddiası olmadığı belli zaten. Ama şunu da göz ardı etmemek gerekir ki çoğu genç insanı sinemaya yönlendiren bence bu filmlerdir. Belki görsel olarak hafızalara kazınacak müthiş sahneleri yoktur, ışık-gölge oyununu bir rüya edasıyda kullanmamışlardır, ama müthiş fikirleri vardır ve evet bence unutulmaz sahnelere de sahiplerdir.

Bu sebeple senaryo kursunda yaşadığım anlar gibi tuhaf hissettiğim ve bu yüzden kızdığım zamanlar oldu. Mesela; en sevdiğimiz filmi sorduklarında Alien demem ve bıyık altından gülünmesi, veya izleme ödevi verilen Sevmek Zamanı filmini çok manasız bulduğumu söylediğimde hislerden anlamayan insan muamelesi görmem. Bence bu en derin hisler durağan görsellik ve bilgiç cümlelerin arkasında hissedilir tavrı çok sevimsiz.

Nuri Bilge Ceylan belli ki müthiş bir sinemacı. Bir sürü usta sinemacının değerlendirmesi ile Cannes’de vs. bir sürü ödül aldı. Ama açıkçası onun 3 saatlik fotoğraf karesi sahnelerini izlemekten, veya karakterlerinin manalı manalı bakışmalarını, tumturaklı cümleler kurmalarını izlemekten hiç mi hiç keyif alamıyorum. Samimiyetle 3-4 filmini izledim. Kendimi zorlayıp izleyeceğim bir filmi daha var ama olmuyor, filmin sahne sahne görüntülerini sevsem de, bittiği zaman müthişti hissini yaşayamıyorum. Solaris yazımda da belirttiğim gibi tüm sinema eleştirmenlerinin hayranlıkla bahsettiği Andrei Tarkovski’nin övülen filmi Solaris’i de, konusunu çok beğendiğim için en az 2 defa izlemeye çalıştığım Stalker filmini de bitiremedim. Öte yandan eleştirmenlerin çok sevdiğini bildiğim, Ingmar Bergman’ı herhalde sıkıcıdır ama bir deneyeyim deyip izlediğim filmi ile zamanın nasıl geçtiğini anlamadığım da oluyor. Terence Malick gibi ağır tempolu filmler yapan yönetmenin filmlerini de seviyorum, Nomadland gibi sakin filmleri de. Bu tip deneyimlerimden ötürü sanat filmlerinden anlamıyorum ben genellemesinden çok bazı yönetmenlerin tarzı ile bağlantı kuramadığımı düşünüyorum. Sanırım genelde herkese olan da bu. Bazı insanlarla ilk tanıştığımızda hemen anlaşırız, bazıları ile ise bir türlü frekansı tutturamayız.

Bunları geçtikten sonra yönetmenlerin ardından senaryo yazarlarına ve son dönemlerde de görüntü yönetmenlerine ilgim arttı. Senaryo yazarlığı tabi ki senaryo kursundan sonra daha çok dikkatimi çekmişti. Ama Görüntü yönetmeliği dikkatimin çekilmesi bir iki filmde yine ortak paydadaki kişileri farkettiğimde oldu. Son dönemden aklımda kalan spesifik olarak bu sahnenin arkasında kim var dediğim Denis Villeneuve’nun 2015 yapımı filmi Sicario ile oldu. Filmin başından itibaren insanı yakalayan görüntülerin yanı sıra filmin sonlarına doğru yapılan gece harekatı sahnesindeki görsellik nefesimi kesti. Araştırdığımda görüntü yönetmeni Roger Deakins olduğunu ve daha önce izlediğim pekçok filmde de (Esaretin Bedeli, Fargo, 1917 gibi) etkileyici görselliği sağlayan kişi olduğunu öğrendiğimde bu mesleğe bakış açım değişti.

Son olarak eskilerden ve yenilerden sevdiğim birkaç yönetmeni buradan paylaşayım isterim. Bunların hepsini olmasa da çoğu filmini izlemişimdir. İçlerinde tekrar tekrar izlediklerim veya bir daha bakmam dediklerim vardır ama en azından yeni çıkan eserlerini yakından takip ettiğim insanlardır. Sanırım yazılarımda bu insanların pekçok filminden bahsetmem kaçınılmaz olacaktır. Bunlarında dışında aklıma gelmeyen veya bir-iki filmlerini aşırı sevdiklerim de var ama onları sonradan eklerim belki.

Steven Spielberg, Coen Kardeşler, Tim Burton, Terence Malick, Ridley Scott, David Fincher, James Cameron, Baz Luhrmann, Peter Weir, Quentin Tarantino, Christopher Nolan, Denis Villeneuve, Chloe Zhao, Jane Champion, Joel Schumacher, Kathryn Bigelow.

© Site içerisinde yazıların tüm hakkı saklıdır.


Sinema sevdası’ için 2 yanıt

Yorum bırakın